Belki 12 Eylül’ü bizzat yaşamış bir nesil değiliz, ama acılarını, örtük şiddetini ve korkusunu iliklerimize kadar hissettik. Ülkenin sancılı demokrasi tarihine baktığımızda, tam anlamıyla sindirilmemiş bir demokrasi sürecinin içinde olduğumuzu görmek zor değil. Demokrasi kültürünün yerleşik bir kazanım olması veya sonradan sahiplenilmesi, bu sürecin ne kadar derin ve köklü olduğuyla doğrudan ilgilidir.
Cumhuriyet sonrası Türkiye’de çok partili sisteme geçişin sancılarını İsmail Hakkı Tonguç, şu sözlerle özetlemişti: “İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz demokrasinin kolayını seçtik, çok şeyler göreceğiz daha…” Köy enstitülerinin mimarı Tonguç’un bu tespiti, demokrasinin sadece sandıkta oy vermekten ibaret olmadığını, kültürel ve toplumsal birikimle beslenmesi gerektiğini ortaya koyar.
Bu açıdan bakıldığında, demokrasiye geçiş süreçlerinin sancısını toplum olarak görmesek de etkilerini hep hissettik. Apolitik, sorgulamayan bir gençlikten, özgür, bilimsel ve laik eğitim üzerindeki baskılara kadar, demokrasinin eksik yaşanışı hayatımızı derinden etkiledi.
12 Eylül’e gelene kadar, ülkenin gördüğü darbelerin siyaset ve toplum üzerinde maddi manevi büyük zararları oldu. Yitirdiğimiz binlerce insan, hapislerde geçen ömürler, dağılan aileler ve gözyaşları, toplumu derinden yaraladı. Bu süreçlerin ardından bize miras kalan, acılar ve gözyaşları oldu.
Benim için ise bu dönemde aklımda en derin iz bırakan acı, Erdal Eren’dir. Daha 17’sinde bir gencin yaşı büyütülerek idam edilecek kadar zalimdi darbeler. Yüzlerce insanı Çorum’da katledecek kadar vicdansızdı. Hapislerde, işkenceler altında hayatı boyunca taşıyacağı acıları yaşayan insanlar bıraktı geride.
Tüm bunların ardından doğan bir nesil olarak, tarihin acı gerçekleriyle yüzleşmeye devam ettik. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan James Spain’in, darbeden birkaç saat sonra ABD’ye gönderdiği notta, “askeri lideri iyi tanıdıklarını ve Türkiye’nin dış politika veya savunma politikalarında değişiklik beklemediklerini” belirtmesi, olayların tesadüf olmadığını gösteriyordu. 12 Eylül sonrası yeşil sermayeye verilen desteğin açıklanması da bu dönemin politik sonuçlarının rastlantısal olmadığını ortaya koyuyor.
Her söylediğimde içimi sızlatan Erdal’ı andığım o türkü yine tüm gün dilimde olacak
Ankara adı kara,
Bu yara başka yara
17 Yaşındaydı
Kıyılır mı ERDAL’A…
Belki bu acıları doğrudan yaşamadık, ama bize miras bıraktıkları kötülükleri unutacak değiliz. 12 Eylül faşizminin ve uzantılarının ülkeye yaptıklarını unutmadan, demokrasiye olan inancımızı hep taze tutacağız. Mücadelemiz, demokrasiye olan inançla devam edecek.
Yaşasın Tam Bağımsız Demokratik Türkiye!
YORUMLAR