Her 10 Kasım’da her yurtsever Atatürkçü gibi buruk bir gün geçiririz. Bayraklarımızı asarız; ne yapsak bilemeyiz, nasıl göstersek bilemeyiz. Çünkü sirenle beraber gözleri dolanlardansanız, bu acıyı ancak hissederek anlayabilirsiniz.
Her 10 Kasım’da nerede, nasıl olursam olayım kalkar, saygı duruşunda bulunurum. Cumhuriyet düşmanlarına, bilime, felsefeye düşman olanlara inat; medeniyet için, yarın için, çocuklar, gençler için, yurdum için dururum. Siren kulaklarıma değmeye başlayıp yolda, okulda, sokakta, gittiği her yerde duran herkesi görünce “Ölmedin Atam” diye içimden geçiririm. Öyle kolay değil senin izini silmek! “Silmediler, silemeyecekler” diye geçirirken bakarım ki birkaç damla gözlerimden süzülüvermiş. Aslında bu birçok anlam taşır. Sana olan hasretimiz, özlemimiz, mahcubiyetimiz; bıraktığın bayrağı, gösterdiğin hedefi henüz gerçekleştirememiş olmamızın da aslında yansımasıdır.
Ama şöyle de bakarım! Bak Atam, gençlerin dimdik; neler yaptılar, vazgeçiremediler, devrimlerinden, ışığından, rehberliğinden… 10 Kasım o yüzden özeldir; bende yeri başkadır. Aslında o gün bir kurtarıcıya değil, çağın en büyük devrimcisine bir vedadır. Kızımı da aynı hislerle büyüteceğim; o da çocuklarına babasından aldığı bilgiyi aktaracak, okuyacak, bilim insanı olacak, doktor olacak, rehber olacak, ışık olacak… Tüm Cumhuriyet sevdalıları gibi, tüm yurtseverler gibi… O yüzden hep seni anarken, “Keşke bir on yıl daha, keşke bir on yıl daha” demişizdir. Senin bıraktıklarını hayatımız pahasına da olsa koruyacak, geliştirecek, yarınlara taşıyacağız… İzinden ayrılmayacağız; devrimlerine, ışığına sahip çıkacağız. Bu yüzden matem günü değil; “Keşke olsaydın, o mavi gözlere bir kez de biz bakabilseydik” deriz. Bu yüzden 10 Kasımlar Matem Değil! Keşke günüdür…
YORUMLAR