Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşı olan laiklik ve Atatürkçülük, ülkenin bağımsızlığını ve çağdaşlaşma mücadelesini şekillendiren ana unsurlardır. Ancak son dönemde, yemin törenlerinde ettikleri yemin ve “Atatürk’ün askeriyiz” diyen teğmenlerin bu söylemleri nedeniyle ihraç istemiyle karşı karşıya kalmaları, yalnızca bireysel hakların değil, Cumhuriyet’in kurucu değerlerinin de sorgulanmasına yol açıyor. Bu süreç, hem hukuk devleti ilkesi hem de ordunun kurumsal kimliği açısından endişe vericidir.
“Atatürk’ün Askeriyiz” Sözü Neden Rahatsız Ediyor?
Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihsel hafızasında yalnızca bir lider değil, modern ordunun kurucusu ve rehberidir. TSK’nın kurumsal felsefesi, Atatürk’ün ilkeleriyle şekillenmiş ve bu çerçevede laiklik, bağımsızlık ve ulusal egemenlik temel değerler olarak benimsenmiştir. Hal böyleyken, “Atatürk’ün askeriyiz” ifadesinin suç unsuru gibi değerlendirilmesi, TSK’nın tarihsel kimliğiyle açık bir çelişki yaratmaktadır.
Bu durum, yalnızca bireysel bir görüş ifadesinin bastırılması değil, aynı zamanda Atatürkçü değerlere yönelik sistematik bir yabancılaşma çabasıdır. Bu tür girişimler, ordunun siyasi tarafsızlığını koruma bahanesiyle açıklansa da, aslında kurumsal kimliğin değiştirilmesine yönelik daha derin bir dönüşümün parçası olarak görülmelidir.
Atatürkçülük ve Laiklik: Ordunun Temel Taşı
Atatürkçülük, Türk ordusunun bağımsızlığını koruyan ve onu çağdaş uygarlığın bir parçası haline getiren temel ilkelerden biridir. Ancak son yıllarda, Atatürkçü düşünceye bağlılık gösteren askerlerin marjinalleştirilmeye çalışıldığına dair yaygın bir algı oluşmuştur. Özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra, TSK’da cemaat yapılanmalarına karşı başlatılan tasfiye sürecinin, zamanla Atatürkçü subayları da hedef alır hale gelmesi bu algıyı güçlendirmiştir.
“Atatürk’ün askeriyiz” diyen bir teğmenin bu ifadesinin, tarafsızlık ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle ihraç istemine konu edilmesi, hukukun keyfi yorumlanmasına ve laik düzenin zayıflamasına neden olmaktadır. Bu durum, aynı zamanda bir gözdağı politikası olarak da okunabilir; Atatürkçülüğü savunmanın bile cezalandırılabilir hale geldiği bir ortam yaratılmak isteniyor.
Hukukun ve Kurumsal Kimliğin Aşınması
Yeni mezun olmuş genç teğmenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna ve onun ilkelerine bağlılık göstermesi, hukuken suç sayılamaz. Anayasaya göre TSK, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalmak zorundadır. Dolayısıyla, bu bağlılığı dile getiren subayların cezalandırılmak istenmesi, hem anayasanın özü ve hükümleriyle hem de evrensel insan hakları normlarıyla çelişir.
Genç teğmenlerin silahlı kuvvetlerden ayırma cezasını gerektirir eyleminin aslında var olmadığı sevk edildikleri hüküm olan TSK Disiplin Kanunu 20/1-c de açıkça ortadadır.
”Hizmete engel davranışlarda bulunmak: Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.”
Söz konusu sevk maddesinde de anlaşılacağı gibi ”Atatürk’ün askeriyiz sözleri ve teğmenlerce yapılan yemin TSK itibarına zarar verme, ağır suç veya ağır disiplinsizlik olarak değerlendirilemez. Olası bir ceza, orduya duyulan güveni sarsar ve yarardan çok zarar getirir.
Herhangi bir cezalandırılma durumunda, şu temel sorunları meydana getirir:
- Hukukun Keyfiyeti:Hukukun, siyasi veya ideolojik amaçlar doğrultusunda esnetilmesi, bireysel hakları ve toplumsal güveni zedeler.
- Ordunun Tarafsızlığı:Atatürkçü subayların tasfiyesi, ordunun gerçek anlamda tarafsızlığını kaybetmesine yol açar; bu durum, farklı ideolojik grupların güç kazanmasına kapı aralar.
- Toplumsal Bölünme:Atatürkçülüğün marjinalize edilmesi, toplumun büyük bir kesiminde güvensizlik yaratır ve Cumhuriyet değerlerine olan bağlılığı zayıflatır.
Cumhuriyet’in Kurucu Değerlerini Savunmak
“Atatürk’ün askeriyiz” diyen teğmenlere yönelik ihraç istemleri, yalnızca bireysel hak ihlali değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in kurucu değerlerine yönelik bir saldırıdır. Bu tür girişimlere karşı, laikliği ve Atatürkçülüğü savunmanın yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir görev olduğunu hatırlamalıyız.
Ordu, siyasi ve dini etkilerden uzak, tamamen anayasal ilkelere bağlı bir kurum olarak kalmalıdır. Bu bağlamda:
- Atatürkçü, laik ve demokratik değerlere sahip çıkan subayların korunması, ordunun bağımsız kimliği için hayati önem taşır.
- İhraç süreçlerinin, şeffaf ve hukuki bir zeminde yürütülmesi sağlanmalıdır.
- Devlet kurumları, bireylerin düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı göstermeli ve bu özgürlükleri koruyacak mekanizmalar geliştirmelidir.
Sonuç olarak “Atatürk’ün askeriyiz” demek, bir teğmen için suç değil, anayasal bir görevdir. Bu tür ifadelerin cezalandırılması veya cezalandırılmaya çalışılması Cumhuriyet’in temellerine vurulmuş bir darbedir. Türkiye’nin geleceği, Atatürk ilke ve inkılaplarını içselleştirmiş, hukukun üstünlüğüne inanan bireylerin omuzlarında yükselecektir. Atatürk’ün askeri olmak aslında ezcümle cumhuriyetin bekçisi olmaktır; bu görevi suç saymak ise tarihin ve halkın vicdanında asla affedilmeyecek bir hatadır.
YORUMLAR